Nereden gelir bu DRAGOS Aşkı ? =
1960'lı yılların ortalarında, biz ve Dayımlar Kadıköy'de birbirimize oldukça yakın oturur ve haftanın enaz 2-3 günü görüşürdük. Tatillerimizi birlikte yapar, gezilere birlikte giderdik. Gerek babam, gerekse dayımın DENİZ'ci kökleri ve büyük "DENİZ Aşkları" nedeni ile her ikisi de hiçbirzaman Otomobile heves etmediler.
Coğrafi olarak bakıldığında, Dragos tepesi sanki Yakacık ve Çamlıca tepelerinin denize bir uzantısı ve hatta prens adalarının , özellikle Büyükadanın devamı imiş gibi görülürdü. Adının tıpkı Leandros , İmbros gibi yunan kökenli olduğu belli idi ancak buraya son yıllarda yerleşenler bu mitolojik ad yerine Orhantepe adını kullanmakta idiler. Tren istasyonun adına bakıldığında ise yöreye Cevizli adı uygun görülmüştü. Ancak bugüne kadar biz hep DRAGOS adını kullandık.
Bizim en büyük isteğimiz, Deniz'e açılmaktı. Bu fikri ilk olarak Dayım gerçekleştirdi ve ilk sandalımızı, 5 beygir "Johnson" motoru ile satın aldı ve "Kurbağlıdere" ağzındaki "Sadığın Gazinosu" nun önündeki ,iskeleye bağladı. Haftasonları 5 kişilik ailemiz ile ( Babam, Annem, Ben, Dayım ve Yengem ); ,sandalımız ile kurbağalıdereden açılır ( çıkmadan önce yemli balık avlamak için yem olarak kurt --< dere ağzında yarı beline kadar dereye girip kürekle çamuru kaldırıp içinden kurtları ayıran kişiden, >--- alıp ) , özellikle İzmarit avlamak üzere; Moda burnu, Fenerbahçe önü, Caddebostan "İpar Köşkü Kayaları" , Küçükyalı Çakarı, ve...eğer süre ve hava durumu uygunsa DRAGOS burnu ! na kadar giderdik. Bu yolculuklarımıza bazen, yengemin akrabaları olan ,"Özdoğan" lar da katılırlardı ( arkada görülen tekne ). Balıkçılığın yanısıra, Denize girilir, Yüzülür, ve benim SUALTI merakım nedeni ile , gözlük ve paletlerimi takıp sualtına bir gözatmama izin verilirdi.
Çok açık söylüyorum, Haydarpaşa mendireğinden-Pendik "Temenye" burnuna kadar Sualtına bakmadığım Kadıköy kıyısı kalmamıştı, ancak nedense DRAGOS kıyıları beni büyülüyordu ? ..........
Minibüs yolu yada trenle gelindiğinde istasyonda inilir ve trenyolu köprüsünden geçilirdi. Tekel Fabrika arazisine paralel, çınar ağaçları ile cevrilmiş dar yokuş yol tırmanılır, yol tepeye doğru devam eder ancak kamplara gitmek için sola sapılırdı. İstasyon tarafı ve Dragosun Maltepeye bakan yamaçlarının yer aldığı bölge varoş yerleşimi ile dikkat çekerdi. Ancak demin sözünü etiğim bizim yolun yarılarına gelindiğinde sanki Dragosun öteki yüzü ortaya çıkar, içlerinde birçok ünlü ve varlıklı kişinin yer aldığı ayrı bir kesimin muhteşem villaları size yol boyunca eşlik ederdi. Özellikle bizim kampın yolundan sonra tepeye doğru devam edildiğinde , muhteşem Adalar manzarasına hakim birbirinden güzel villalar yeralırdı. ( Birçoğu hala ayakta.. )
Jeolojik olarak Dragos Yarımadasının Mağmatik bir yapısı vardı, granit ve kumtaşı ağırlıklı kayalık yapısı nedeni ile yıllara meydan okuduğu anlaşılıyordu. Dragos tepesi ve tepedeki , kayalıklar İstanbullu Aşıkların Romantik buluşma mekanlarından biriydi. Sahil kesiminde ise maltepe tarafından gelindiğinde Mor Kayalar olarak bilinen kayalık koy ( Kayaların rengi gerçekten mora çalar ve önünde özel bir koruluk olmasına rağmen bugün bile sahilyolundan geçerken farkedilir...) ve muhteşem kumsalı , doğal Dragos plajı sayılırdı. Hemen bu koyun bitiminde, Dragos villalarında oturanların denize girmek için kullandıkları özel deniz klübü olan Orhantepe Deniz Klübü iskelesi ve binası bulunurdu. İşte Dragos yarımadasının denize en uç çıkıntısı burası idi. Klübün çekeğinin bulunduğu küçük kumsala ; Bedavacılar Plajı derdik ve bu kumsalın bitiminden itibaren bizim Kampın yeraldığı koy başlar ve hemen yanımızdaki DSİ kampının kıyısında , Dragos yarımadasının kıyılarıda son bulurdu. DSİ kampının hemen , yanında TEKEL sigara fabikasının arazisi ve TEKEL Kampı vardı. Fabrikadan sonra sırası ile ; EİE ( Elektrik İşleri Etüd ) ve Havacılar ( Hava Kuvvetleri ) kampı gelirdi. Bundan sonra şimdilerde Rahmanlar denen yerin deniz kıyısında uzun ve güzel bir kumsal vardı ve buraya Kumplaj denirdi, Kartal burnuna doğru yaklaşılırken Kartal SSK Kampı yer alır ve ilerisinde Nizam Plaj ile Dragos-Kartal arasında bizden başlayan kıyı şeridi sona ererdi.
PTT Dragos Kampı Nasıl Kuruldu ? = 1967 yılının ilkbahar aylarında birgün Babam; - " Hazırlan bakalım " diyerek beni trenle Cevizli'ye oradan'da yürüterek sonradan kamp yapacağımız Dragos PTT Kablobaşı arazisine götürdü. ( Kablobaşı : Fotoğraflarda gördüğünüz gece görünmesi için içinde lambalar yanan, "Ters ÇAPA" şekli ile belirlenen bir klübedir. Kara'nın bitiği yerdedir ve artık telefon kablolarının Denizaltına indiği yer anlamına gelir. Dragos Kablobaşı'da Büyükada'ya giden telefon kablolarının Denizaltına girdiği yerdi. ).........
Uzun ve yorucu bir yürüyüşten sonra, , bir tepeden aşağı baktığımızda muhteşem bir koy ve deniz manzarası ile karşılaştım. ( Dikkat : fotoğraf daha sonraki yıllara aittir. Yokuş, gazino ve beton rıhtım yoktu ! ) . Yıllarca denizden tekne ile geldiğimiz Dragos burnunun en güzel kıyısında yazlarımızı geçirme olanağı belirmişti. Dragosun dışında kamp yeri olarak kullanılabilinecek ikinci bir kablobaşı daha vardı, aynı gün babamla orayı da ziyaret ettik. Yunus çimento fabrikasına gelmeden yine bir yamaç ve kıyısından oluşuyordu, Dragosa göre ulaşımı daha kolaydı , minibüs yolunun hemen yanında idi ancak oldukça küçük bir alandı ve çok ayak altıydı. Babam; -nereyi beğendin? deyince DRAGOS yanıtını alacağını biliyordu. İşte DRAGOS KAMPI böyle doğdu.
Daha sonraki hafta bölgenin bağlı olduğu Pendik merkez müdürü Erdal (Yalçın) amca ve oğlu Serdar ile Dragosda buluştuk. Daha sonraki haftalarda babamın diğer yakın arkadaşları ve aileleri ile Dragosta buluştuk, önümüzdeki yaz bu arazide PTT Mensuplarının Kamp yapabilmesi için ne gerekiyorsa yapılacaktı artık.
( Not = Bizim keşfimizden önce bu ıssız arazide çadırları ile kamp yapan iki-üç aile vardı, sonradan biz gelince kampımızın ilk yıllarını bizimle paylaştılar, çocukları ile arkadaş olmuştuk )
Dragos Kampının İlk Üyeleri ? =
1968 Yılında birlikte yola çıktığımız ilk kadro ( Aklımda kaldığı kadarı ile ... ) şöyle idi ;
1968 - 1975 ve Sonrası Dragos Yaşamı =
Dragos Kamp yaşamımızın başladığı 1968 yılından 1974 yılına kadar, arazideki dağılımımız ve genel "Sefaletimiz" hep aynı kaldı. Yanlızca Aramıza katılanların sayısında artış oldu. Bununla birlikte bazı gelişmeler ve yeniliklerde oldu; İlk işlerden biri rıhtımın sağlam bir betonla çevrilmesi idi, Gazinonun yerini 1973'den sonra bizim tarafa aldık ( Eski yeri daha güzeldi.... ), Tuvaletimizi betonarme yaptık ve çukurunu daha büyüttük , Çadırlara ve Barakalara elektrik verildi, Ömer efendi, gazinodaki küçük büfesini büyüterek "Bakkal" haline getirdi.
MOBÇOT Nedir ? =
Biz Ailece PTT'ciyiz. Babam, Annem, Ahmet amcam, Hidayet teyzem, Özdemir eniştem, ...ailenin çoğu PTT'ci idi. PTT MOBYD" ; 29 Ekim 1943 yılında eğitime başlayan meslek okulunun ilk mezunları tarafından yardımlaşma amacı ile, 15 Ağustos 1950 tarihinde kurulmuş derneğin adıdır ( PTT Meslek Okulunu Bitirenler Yardımlaşma Derneği'nin kısaltılmış adıdır MOBYD ). Dernek, aynı zamanda PTT tarihinde kurulan " ilk " dernektir.
Niyazi,Müeyyet, Bora CETİN - Burhan Dayı,Yıldız - Erdal,Şükran,Serdar, Serap YALÇIN - Mahir, Mihriban, Çiğdem, Ali, Murat GÜNER - Edip,Halide, Ufuk, Işık SEZGİN - Refik, Binnur ÇAĞIN - Adnan, Huriser, Alp, Yeşim YENTÜR - Kartal Müdürü Zeki amca ve ailesi - İlk Başmüdür Şerafettin SOHMEN ve ailesi - Sonraki başmüdürümüz ve dostumuz Şevket amca , Melahat teyze, Yalçın ve Baha KUTLAN - Süheyl, Süheyla, Alp, Alev TANSELİ - Şeref ŞAVKLI ailesi - Bahri İSKENDER ailesi - Hüseyin TOYGAR ailesi - Şerif Bey Ailesi - Sezai Bey ve ailesi - İrfan Amca, Şaziment teyze ve NEŞE - Fatoş'lar - Tülay'lar - ................
.................................
( Devamı Yakında ! )
Hafta sonları Istanbuldaki PTT Personeline Bedava Plaj hizmeti sağlandı ..........
Dragosun ilk yıllarında; genelde Okullar tatil olur olmaz, anneler, çocuklar hatta büyükanne ve büyükbabalarla dragosa gelinir, kamp yaşamı başlar, babalar'da işlerine Dragostan gider gelirlerdi. Tabiiki babalar izinlerinde'de Dragosta olurlardı. Bu kadar güzel bir yer ve mükemmel dostluklar bırakılıp, başka bir yere tatile gidilmezdi.
Dragosta günlük yaşam sabah erkenden başlar, çadır önlerindeki musluklu bidonlardan akan sularla el-yüz temizliği yapılır, sonra çadır önlerindeki minik masalarda hazırlanan kahvaltılara oturulurdu.
....................................
Dragos ve Dalış denince akla gelen ilk isim bendim. Çünkü daha kamp yaşamı öncesi Dragos kıyılarının Sualtı güzelliklerini biliyordum. Ancak sualtı avcılığı Kamp yaşamı ile birlikte başladı. Palet-gözlük-şnorkelle kamp kıyılarını taramaya başlayınca bol miktarda "Dil" balığı dikkatimi çekti ve bunları avlayabilmek için ince ve uzun bir sopanın ucuna anneme çaktırmadan yürüttüğüm "kahvaltı çatalı"nı ucunu ezip düzleştirerek bağlayarak yaptığım ilk "Zıpkın"ımı ürettim. Uzun bir süre bu zıpkınımla dil balığının yanısıra ufak, tekir, barbunya gibi balıkları ve iri pavuryaları avladım.
İlk sualtı tüfeği ile dalma şansını; bize kampa ziyarete gelen "Özdoğan"ların ( Aydın amca, "Abisi") Yılmaz Aygün marka tüfeği ile denedim ve oldukça büyük bir " KIRLANGIÇ " vurdum ! Bu benim ve Dragos kampının ilk kırlangıcı idi. Hemen o hafta Dayımın ve Yengemin ısrarları ve katkıları ile ilk Sualtı tüfeğim alındı. Bu 75cm. lik ve tek lastikli bir Yılmaz Aygün'dü. Daha tüfeğimi alır-almaz ilk dalışımda kolum boyunda ( en az 3,5-4 kg. luk bir Kırlangıç vurdum ). Artık diğer arkadaşlarım Serdar ve Ali'ninde babalarına sualtı tüfeği aldırma nedenleri oluşmuştu. Ancak Sualtı kralı, "En iyi Dalgıç" bendim ve her dalışımda hiç eli boş dönmüyordum ve günümün büyük bir bölümünü suda geçiriyordum.
Bu kadar av sonrası, artık en sonunda eskiyen sualtı malzemelerimin yerine , usta dalgıçların kullandığı Profesyonel sualtı malzemelerinden sahip olma hakkını elde etmiştim. Yine Dayımın büyük katkıları ile motorumuzu tamir eden ve ikiside dalgiç olan kardeşlerin Kadıköydeki dükkanlarından tümü "500 TL."ya Yunan malı sarı renkli bir palet, Cressi-Sub "Pinocchio" gözlük ve çift lastikli, kalın gövdeli, ortadan kabza (Laf aramızda Havalı-Tüfek izlenimi veren); Nemrod marka sualtı tüfeği aldık. Hayatımın en güzel dalışlarını bu takımlarla yaptım ve sarı paletlerimi hala saklıyorum.
Ben sualtı tüfeği ile ilk kırlangıcı vurur vurmaz, Kampın "Balıkçıları" Başta babam ve Dayım Kırlangıç avı için Özel "Çift-Telli" oltalar ürettiler ve Kırlangıç avına başladılar. Onlar suüstünden tuta-tuta, ben sualtından vura-vura ve hatta Dragos-Büyükada arasında kum çıkaran, sualtını ve balık yuvalarını darmadağan eden kum takaları bile Dragosun Kırlangıç nufusunu bitiremedik, balık o kadar bol ve güzeldi Marmarada. ( Not: Kırlangıçlar Eşli gezerler, Cift Telli olta her ikisini aynı anda yakalayabilmek için, bende çoğu zaman çift kırlangıçlardan daha büyük olanını seçer ve vururdum ).
BALIKÇILIK Dragos sakinlerinin vazgeçilmez uğraşısı ve en büyük , eğlence kaynağı idi. ( Fotoğrafta : Teknede ayakta babacığım, oturan Edip amca ( Sezgin ) ve iskeledeki Adnan abi ( Yentür ) görülüyor ).
Kampın ilk yılında bizim teknemiz olduğu için Dayım tekneyi Dragos'a getirdi. Hemen bizim Kanada malzemelerinden bir iskele inşa ettik. ( Mühendisliğini tabiiki babam yaptı ve çaktığı kazıklar, kıyı doldurulana kadar kaldı ...! )
Tekne ile gezmek ve balığa çıkmak en keyifli iş haline gelince, önce Erdal amca sonra Edip amca birer tekne aldılar ve Filomuz genişledi. Tabiiki Süheyl amca ( Tanseli)nın gelişi ile doruğa çıktı.
Herkes balıkçılık konusundaki bilgi ve deneyimlerini birbiri ile paylaşırdı. Bir grup deneyimli "önceden balıkçılar" ( Dayım ; Samatya kıyıları, Galata köprüsü ve Boğaz balıkçılığı. Babacığım; Eğirdir gölü, Kumkapı ve Istanbul balıkçılığı, Erdal amca; Pendik ve çevresi kıyılardaki olta balıkçılığı ve tabiiki İçlerinde en iyilerden biri "Boğaz Balıkçısı" Süheyl amca ) olduğu gibi, ilerleyen yıllarda "sonradan balıkçılar"da yetişti.
Biz çocuklar da dahil olmak üzere, Çapari yapmak, Kırlangıç oltası yapmak, Yemli ve kıstırmalı oltalar yapmak, Fırdöndü bağlamak, Kurşundan Zoka dökmek ...vb. gibi konularda uzman hale gelmiştik, hatta en hızlı Çapari hazırlama yarışmaları yapardık.
O yıllarda Marmara denizi bir hazine, Dragos denizleri'de bu hazinenin küçük bir örneği idi. Günlük ve sıradan avlar arasında; Istavrit, İzmarit, mevsiminde Uskumru, Sarıkanat, Lüfer, Dip balıklarından ; Mezgit, Bakalorya, Kırlangıç, Dil-Pisi, Hani, Iskorpit balıklarının yanısıra Camgöz Köpekbalığı, bol miktarda Vatos ve en tehlikelileri "Trakonya" gibi yaramazlar'da oltalarımıza takılırlardı.
Eğer bugün birçok Dragos'lu cocuğuna torununa Denizcilik öğretebilmişse bunu Kamp yıllarına borçlu olduğunu çok iyi bilir.
........................
....................................
( Devamı Yakında ! )
Kampımızın bir Müzik grubu ve diğer kamplarla maç yapabilecek güçte bir Futbol takımı vardı.
....................................
( Devamı Yakında ! )
( Derneğin kuruluş öyküsünü ; Kurucusu ve " Bir " no'lu üyesi, "sevgili Babacığım" NİYAZİ ÇETİN 'in kaleminden izleyebilirsiniz. )
POS-TEL = PTT M.O.B.Y.D.'nin ,üyeleri ile daha çabuk ve rahat haberleşebilmesine olanak sağlamak amacı ile, ilk baskısı Kasım 1952 tarihinde yapılan ve yayımını aralıksız günümüze kadar sürdürebilen , Türk basın yaşamında kesintisiz 500. Sayıya ulaşabilen tek aylık dergidir..........
İşte MOBÇO ve MOBÇOT , benim tarafımdan MOBYDden türetilmiş tanımlamalardır. MOBÇO = Meslek okulunu bitirenlerin Çocukları anlamına gelir. Bu tanımlama, yıllar sonra bizde çoluk-çocuğa karışınca, doğal olarak MOBÇOT = Meslek okulunu bitirenlerin Çocukları ve Torunları olarak değişti. Şimdi üçüncü nesil büyüyor ve Dedelerinin ve Anne-Babalarının anılarını ve dostluklarını onlar sürdürecek.
Biz MOBÇOT ekibi olarak; gözümüzü açtığımızdan beri arkadaşız. Çünkü babalarımız 1943den beri yatılı okulu, birlikteliği ve mesleği paylaşmış arkadaşlar. Doğal olarak bu arkadaşlıklarını bugüne kadar sürdürüyorlar, artık yaşlandılar, çoğu 70li yaşlarını geride bıraktı. Sevgili babacığımda dahil olmak üzere İlk Mezunlar dan ve diğerlerinden çoğu artık aramızda değiller. Yaşayanlar kendilerine Kelaynaklar diyorlar ve hala dernek çatısı altında birlikteliklerini sürdürerek, eşleri ve cocukları-torunları ile yılda enaz birkez Erdek PTT Kampında biraraya geliyorlar.
Babalarımızın bu birliktelik ruhu bizede yansıdı. 60lı yıllardan beri arkadaşız. Derneğin geçmişteki her organizasyonunda; Geziler, Piknikler, Yılbaşı Baloları, Yemekler......vb. bizlerde biraraya gelirdik.
İşte DRAGOS gerek babalarımızın, gerekse eşleri ve biz çocuklarının daha içiçe ve birlikte yaşayarak Paylaşma ve Dostluk duygularımızı pekiştirdiğimiz , muhteşem bir ortam yarattı.
Dragos Kampında biz MOBÇO'lar birbirimizle daha iyi kaynaştık. Birlikte çalıştık ürettik, çadırlarımızı, barakalarımızı mutfaklarımızı inşa ettik, birlikte eğlendik ( Komşu kampların düzenlediği eğlencelere grup halinde katılırdık, Bkz.aşağıdaki fotolar ), birlikte yüzdük , balığa çıktık, yarışmalar düzenledik, müzik dinledik, dansettik, doğum günleri düzenledik, birlikte güldük , birlikte üzüldük.
Kamp süreleri dışında'da ilkbahar - kış ve sonbahar aylarında arkadaşlarla buluşup pikniğe giderdik. Özellikle 19 Mayıs tatillerinde suyun soğukluğuna aldırmayıp, deniz sezonunu Dragos'da açmayı bir gelenek haline getirmiştik. 80'li ve 90'lı yıllarda çoluk-çocuk nefes almak için hep Dragos'a kaçardık.
.............
N.Ç.Villası ? =
Sevgili babacığımın bütün servetini ! ve emeğini döktüğü 6 x 6 metrekarelik bir tuğla evdi bizim "Dragos Evimiz". Ancak babacığımı yitirdikten sonra onun fotoğrafları arasında bulduğum bir fotoğrafın arkasında ; " Dragostaki Villamdır" ! yazısını okuyunca, bu her milimetrekaresinde babacığımın alınteri olan kulubeciğe, onun deyişi ile ; " Niyazi Çetin Villası" demeye başladım.
1967 yılında daha kamp ortada yokken, araziyi babamla ilk gördüğümüzde , eğer kamp olursa çadırımızı en " uç " tarafa kurarız demiştik. Bütün kamp yılları boyunca kamp arazisinin en ucunda biz olduk ( Tabiiki dayımlarla )
En uçta olmanın güzelliği yanısıra, zor bir tarafı'da vardı ve bu zorluğun faturası hep bana çıkardı. Yukarılarda anlattığım gibi kampımızın tek su kaynağı olan çeşmesi; DSİ sınırında yani bize "en uzak" yerde idi ve hergün olmasa bile iki günde bir, 25 lt.'lik iki adet bidonu çeşmeden doldurarak, bizim çadıra kadar taşımam gerekti. ( Daha sonra bu işi bir eğlence haline getirip, bidonları hiç yere bırakmadan, hatta beton rıhtımın merdiven boşluklarından atlayarak taşımaya başladım ve bu sayede " atletik " bir vücut yapısına sahip olma şansına ulaştım ).
İlk çadırımızı kurduğumuz 1968 yılında, babacığım çadırın çevresine; Ortanca, Akşam sefası, Gül, Zakkum gibi çiçekler dikerek güzelleştirmenin yanısıra, daha sonraki yıllarda hemen barakanın yanında ve daha sonra tüm bahçede Domates, biber, Bakla, ve çeşitli sebzelerden oluşan bir mini-bostan oluşturdu. ( Yıllarca özel üretilmiş Domates ve Biberlerini yedik Dragos Bahçemizin, yanlızca biz değil bütün tanıdık, eş-dost'da tatmıştır, Niyazi Çetin bahçe ürünlerini )
Yine ilk yıllarda çadırın ve barakanın arkasındaki tepenin kayalarının kaymasını engellemek için "KAVAK" ağaçları ekti ve bu kavaklar hala yaşıyor. ( Geçerken bakın, boyları tepeye kadar ulaştı.... ). Yine bu bölgeye, uzakdoğuluların uyguladığı "Taraça" sistemi ile merdiven bahçeler oluşturup, sebze ve çiçek ekti.
Babacığımın "Doğa" aşkı hiçbir zaman sonlanmadı. O, 70-80 metrekare bahçeyi 1968 yılından 1998 yılına kadar, 30 yıl boyunca ekti-suladı-çapaladı.
Yukarıda'da sözettiğim gibi kamp arazinin en ucunda; önce Çadır , sonra Kanada malzemelerinden barakamız ve en sonunda tuğla kulübemiz oldu.( Tuğla klubemizin küçük bir bölümü'de Dayımlar'a aitti ).Fakat ne zamanki sahile rıhtım için beton döküldü, birde baktıkki bizim çadır kurduğumuz, baraka yaptığımız en uç sınır, gerçekten PTT Kablobaşı arazisi sınırı dışında imiş. Barakanın yerini oynatmak zor olacaktı, ancak bundan daha zoru; Babacığım çoktan başta Kavak olmak üzere diğer meyve ağaçlarını da ekmiş, sandal için iskelesini ve çekeğini yapmış, ağaçları ve bahçesi için tepeden gelen yağmursuları için kanallarını oymuş, arkadaki kayalıkların kaymasını önlemek için teras bahçeler inşa etmişti ve bunları kaydırmak imkansızdı
Bu Sayfa; tasarlandığı 7 Ocak 2002 tarıhinden beri
Dragos ile İlgili, her konuda İletişim için ;
[email protected]